Ya O Uykudan Hiç Uyanmasaydın
"Hiç gerçek olduğunu sandığın bir rüya gördün mü? Ya o uykudan hiç uyanmasaydın, rüya olduğunu nasıl anlayacaktın?"
Yaşadığımız hayat hakkında ne biliyoruz? Hafızamızı zorlasak en fazla ne kadar eskiyi hatırlayabiliyoruz? Beş yaşımızı hatırlayabiliyor muyuz? Kısa video klipler gibi parça parça görüntüler ve seslerden oluşan anılar olabilir, ama daha fazlası değil. Peki ya 3 yaşımız? Yakın çevremizin anlattıklarını da içeren "muhtemel anı destekli" video kliplerinin ötesine geçmez. Ya bir yaşımız? Yanıt: sıfır. Neden bir yaşımızda ya da daha öncesinde kişisel hafızamızda bir anı video klipimiz yok? Oysa modern psikoloji bize hayatta olduğumuz her anın kaydedildiğini söylüyor. Çocukluk, hatta bebeklik dönemimizde yaşadığımız travmalar, daha sonraki yaşantımızı etkileyen izler bırakıyor. Ama kişisel hafızamıza baktığımızda bu anıların video kliplerini göremiyoruz. Annesinin memesini emerken bir anıyı görsel olarak hafızasında taşıyan kimse var mı aramızda? Sanmıyorum. Varsa da bu bir istisna olabilir. Zihinsel olarak sağlıklı insanlarda beklemediğimiz bir durum olarak karşımıza çıkar.
Çocukluk sonrası dönemde yaşadıklarımızın pek çoğu hafızamızda yer almaktadır. İlkokul günleri, mahalle, site, apartman, komşu anıları, sosyal alanlarda yaşanan anılar, dersler, yarışmalar, sınavlar hafızamızda ciddi yer tutar. Bu dönem aynı zamanda çocukluk evremizde yaşadığımız zaman algısının da değiştiği zamanlardır. Hatırlayın, çocukluğumuzda yaşadığımız anlar çok uzun süre olarak algıladığımız zamanlardı; saatler geçmek bilmezdi. Oysa gençlik dönemi olarak adlandırdığımız bu zaman diliminde, anlar, saatler ve günleri yaşama algımızda hayatımızın giderek hızlandığını düşünürüz. Aslında düşünmeyiz de öyle kabul ederiz, algılarız.
Yaşlılık dönemine geldiğimizde, artık zaman öyle hızlı akmaya başlar ki, yıllar sanki bir gün gibi algılanan bir zaman dilimidir bizim için. Hatta saatler... İyi ama neden böyle ki? Bir saat 60 saniyeden oluşuyorsa, bir gün 24 saat ise biz neden hayatımızın farklı evrelerinde zaman akışını farklı algılıyoruz? Beynimiz bize bir oyun mu oynuyor? Oynuyorsa neden oynuyor bu oyunu? Hafızamız neden hayatımızın ilk anlarını ve ilk dönemini saklıyor bizden? Bunun bir anlamı olması gerekmez mi?
İnsanın tüm algılamaları, değerlendirmeleri ve anlamlandırmaları beyin adı verilen organda gerçekleşir. Beyin, kendisine duyu organlarından gelen elektrik sinyallerini yorumlar; bir görüntü, bir ses, bir ısı, bir sertlik veya yumuşaklık algısı oluşturur. Ayağımıza bir taş battığında acı hissi oluşturur, ısı yükseldiğinde sıcaklık algısı oluşturur ve terleme fonksiyonunu çalıştırarak vücudu serinletme faaliyeti başlatır. Yani hem durum-ortam değerlendirmesi yapar hem de harekete geçirir. Tüm bunları ve daha fazlasını yapan beynimiz, vücudumuzda yer alan milyonlarca sinir ucundan iletilen bilgileri değerlendirerek yapar. Ancak, beynimizin içinde sinir uçları yer almadığı için beynimize bir iğne batırsak, bunu acı olarak hissetmeyiz. Bırakın acıyı, dokunuş olarak bile hissetmeyiz. Ne kadar tuhaf, öyle değil mi? Çürük dişimiz ağrı yaptığında beynimizin patlayacağını hissederiz ama beynimize bıçakla kesi yapsak bunu hissedemeyiz. Ah bu kemikten yapılmış bir kutunun içinden dünyayı yöneten et parçası, ah...
Şimdi de bir düşünsel deney yapalım. Bir insanı narkoz etkisi ile bayıltalım, yani bilincini bir süreliğine durduralım ve tüm sinir uçlarını bir bilgisayara bağlayalım. Bu sinir uçlarına bağladığımız kişinin beynine artık sadece ve sadece bilgisayarımızdan gelen sinir ucu uyarıları gitsin. Tüm sinir uçlarından bahsediyorum; göz, burun, dil, deri altı, organ içi... Yani tüm sinir uçlarını... Bu insan kendini artık bambaşka bir ortamda hissedecektir. O insan artık farklı bir evrende yaşamaktadır. Pek çok kişinin aklına Warner Bros yapımı The Matrix filmi geldi, öyle değil mi? Peki bir Matrix evreni yaratmak mümkün olabilir mi? Beynimiz buna müsait. Zaman zaman bazı görsellerle karşılaşırız ve bu görsellerde algımız farklılaşabilir. Sabit olduğunu bildiğimiz bir görsele bakarken sanki görselin bazı öğeleri hareket ediyormuş gibi hissederiz. Soğuk bir ortamdan daha sıcak bir ortama geldiğimizde "Oh, burası sıcakmış" deriz, ancak o ortamda bulunan kişiler "Aslında o kadar da sıcak değil, biz üşüyoruz" diyebilirler. Yani beynimiz kandırılmaya son derece açıktır.
Kemikten yapılmış bir kutunun içerisindeki bu organ, tüm bu iletileri ve algıları nasıl oluyor da bu şekilde algılayıp hissediyor? Kurallar ne? Bu kuralları koyan kim? Elle tutamadığımız, gözle göremediğimiz hisler neden, nasıl ve ne için beynimizde oluşarak hareketlerimize ve tepkilerimize yön verebiliyor? Bu yazı dizisinde bu konuyu daha derinlemesine inceleyeceğiz. Ben sizin yerinizde olsam, bir hafta sonrasını, ikinci bölümün yayınlanacağı tarihi iple çekerdim. Çünkü bundan sonraki bölümde bir simülasyonda mıyız? Bu evren gerçek mi? Madde var mı? Bilimsel kaynaklar bu konuda ne der? Dini kaynaklar bu konuya nasıl bakmış? Bu soruların yanıtlarını arayacağız. Tekrar görüşünceye dek "anda kalın."