Taş Değil, Yürek Oymuşlar: Erzurum’un Sessiz Ağıtı
Kıymetli okurlarım,
Yine bugün Erzurum’un tarih kokan surlarına, zamanın taşlara sinmiş izlerine hep birlikte ineceğiz. Bu kez adımlarımızı, yalnızca bir yapının gölgesine değil, asırlardır dimdik ayakta duran bir medeniyetin kalbine doğru atacağız. Her taşıyla bir kelâm fısıldayan, her oyma süslemesiyle bir devir anlatan o ulu yapının eşiğine varacağız: Çifte Minareli Medrese’ye...
Çifte Minarelerin Gölgesinde: Taşlara İşlenmiş Bir Destan
Erzurum… Adını sadece coğrafi bir noktada değil, tarihin tam ortasında yazdırmış kadim bir şehir. Geçmişi kahramanlıklarla destanlaşan, nice yiğitlere bir ana, nice liderlere bir baba olmuş ulu topraklar. Anadolu’nun surlarında dalgalanan Osmanlı sancağının renkleri ne zaman anılsa, rüzgârın serinliğiyle Erzurum’un dağlarından yankı bulur o görkemli geçmiş.
Tarih ve taş burada el ele yürür. İşte bu yürüyüşün belki de en ihtişamlı durağı: Çifte Minareli Medrese.
1271–1280 yılları arasında, İlhanlılar döneminde inşa edilen bu abidevi yapı, Selçuklu mimarisinin Anadolu’daki en çarpıcı örneklerinden biridir. Kimliği kesin olarak bilinemese de Şah Cihan Hatun’un (II. Alaeddin Keykubad’ın kızı) bu medreseyi yaptırdığı kabul görmektedir. Medrese, açık avlulu ve dört eyvanlı planıyla ilimle inancın birleştiği yerdir. Ancak onu asıl meşhur eden, elbette ki göğe uzanan o iki zarif minaresidir.
Bu minareler, sadece mimari değil; rivayetlerin, efsanelerin de taşıyıcısı olmuştur. Halk arasında anlatılan bir hikâyeye göre, bu iki minare bir usta ile çırağın ellerinden çıkmıştır.
Zamanla, çırağın yaptığı minare ustasınınkinden daha süslü ve dikkat çekici olur. Halkın ilgisi de çırağın minaresine yönelir. Bu durum ustayı derinden üzer, ancak gururundan dolayı bir şey söyleyemez.
Sıcak bir günde, minarelerde çalışırlarken çırak, ustasına seslenerek su ister der. Bu istek, ustanın gururunu incitir ve "Usta idim oldum şegirt, al bardağı suya seğirt" diyerek kendini minareden aşağı bırakır. Ustasının bu hareketi karşısında büyük bir pişmanlık duyan çırak da ustasının bu durumuna dayanamayarak aynı acıyla peşinden gider. Bu acı dolu hikâye, minarelerden birinin neden daha kısa olduğunu halkça açıklarken; geride bir taşın bile duyguyu anlatabildiğini fısıldar.
Yıllar geçer, medrese kimi zaman ilim yuvası olur, kimi zaman sessizliğe bürünür. Ama her taşında, her oyma süslemede bir medeniyetin izi vardır. Çiniyle, taç kapısıyla, kubbesiyle bu yapı; sadece bir mimari değil, bir kültürdür.
Erzurum’un vakur duruşu gibi, Çifte Minareli Medrese de dimdik ayakta. Şehir nasıl ki tarih boyunca istilalara, acılara rağmen yıkılmamışsa; medrese de o direnci sembolize eder. Burası sadece geçmişin bir parçası değil; her Erzurumlunun içinde taşıdığı onurun, hafızanın ta kendisidir.
Bugün bu eşsiz yapı, yerli ve yabancı ziyaretçileriyle yeniden hikâyesini anlatıyor. Belki artık bir medrese değil ama hâlâ öğretmeye, hayran bırakmaya devam ediyor. Çünkü bazı yapılar vardır; sadece taş değildir onlar. Onlar bir milletin hafızası, sessiz ama görkemli şahitleridir.
İşte Çifte Minareli Medrese, Erzurum’un yüreğinden kopup gelen bir ezgi gibi, zamana meydan okumaya devam ediyor.
Ve böylece kıymetli dostlar,
Bugün de bir tarih hazinesinin taşlarında gezinerek, geçmişin ihtişamını hep birlikte soluduk. Yüzyıllara meydan okuyan Çifte Minareli Medrese'nin mimari inceliklerini, anlatılan efsanelerle harmanlayarak kalemimizin ucuna taşıdık.
Her birinizin gönlünde bu satırlara yer açması, inanın bana, bu yazının en değerli mükâfatı. Birbirinden kıymetli yürekleri bu köşede ağırlamak, beni sadece mutlu etmekle kalmadı; aynı zamanda yazmaya dair inancımı da pekiştirdi.
Unutmayın; tarih yalnızca kitaplarda değil, şehrin taşlarında, halkın dilinde ve yüreklerde yaşamaya devam eder. Bir sonraki yazıda başka bir taşın izinde, başka bir hikâyede buluşmak dileğiyle…
Kalın sağlıcakla,
Kalın tarih kokan dostluklarla.
Yazar
MUAMMER KILIÇ
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.