Bir gün rahmetli dedemle beraber sayıları iki yüz elliyi bulan Ankara keçilerimizi otlatmak üzere mandıraya geldik. Dedemin talimatı ile keçileri Höşmerim pınarında suladıktan sonra dağın eteğinde bir şerit gibi kıvrılan patika yollu geçtik. Sonra dağın en üst seviyesindeki bir kısmı çalılık bir kısmı Karaçam ormanıyla kaplı yeşil alana ulaştık. Birbirinden uzak büyük kayalar üzerindeki mis kokulu kınayı buram buram püskürtmekte, yeşil alanda her biri kendine yer tutmuş olan karaçalı, aluç, kuşburnu ve yabani armutlar, toprağa öyle tutunmuşlar ki sağlam ve tavizsiz. İri gövdeli çam ağaçları oldukça uzun sütunlar halinde üst kısmına topladığı dallarıyla göğe kanatlanmış, güneşin sızamadığı büyük bir gölgeliği çok rahat oluşturmuşlardı. Ormanın kendine has papatyaların, kavrulmuş neşesini bana biraz buruk anlatıyordu. Nede olsa akşama kadar ormanda keçileri dedemle yönetmek zor ve beni aşan bir sorumluluktu.
Öğleden sonra saat üç civarı dedem keçilerimizin bölündüğünü fark etti. Onları aramak için ormanı dolaşmaya çıktı. Önümüzdeki sürünün diğer yarısını kontrol altında tutmam için beni sorumlu kıldı. Dedem gitti ben ise sürekli hareket halinde ve her an kayıp olmaya yeltenen masum hayvanlarla zorlu bir mücadele içine girdim. Zaman ilerlemişti ikindiye yakındı. Dedem hala gelmemişti ve benim endişem artmaya başlamıştı. Çünkü dedem yaşlı, bir gözü görmeyen adamdı ve onun başına bir şey gelirse ormanda tek başıma evin yolunu nasıl bulabilirdim endişesi. Zihnimde her şey darmadağındı. Olayları yüksek algılamamın verdiği tepki ile önümdeki sürüyü muhafaza ettim. Fakat hem ağlıyorum hem dedeme sesleniyorum derken saat akşam yedi civarı dedem üzgün bir şekilde geldi ve bana kızım neden ağlıyorsun ağlama keçileri bulamadım dedi. Allah kerim bunları mandıraya sürelim bakarız çaresine derken umutlu rahat bir tavır içinde olması beni çok rahatlatmıştı. Tam yola çıktık aradan on dakika geçti bir baktım ki bizi terk eden sürümüz uslu bir çocuk gibi bize yetiştiler.
Eve huzurla dönmek o günün yüksek bir kărı olarak çocukluğumdan kalma manevi bir değer hatıralarımda yerini aldı.
Bir Anadolu insanı olarak ekmeğimizi taştan çıkardık. Zor günler yaşadık hiçbir zaman şu pahalı yok efendim para yetmiyor geçinemiyorum demedik. Bildiğimiz tek şey bize bırakılan vatan mirası çok değerli ve kutsaldı. Ben bugüne kadar tertemiz mavi göğümde pırıl pırıl duygu ve düşüncelerle ruhumu besledim.
Evet dostlar hatıralar güzel, normal sıradan bir günün sonunda sürümüz birbirinden ayrılmadı eğer ayrılsaydı o gecenin sabahında sürüden ayrılanı kurt kapmış olacaktı. Bu durumu günümüz siyasetine uygulayacak olursam insanlara sürü demiyorum. Doğa kanunu gereği keçiler, ayrıldıkları arkadaşlarına katılıp bir bütün oluşturmayı ve kendini güvenceye almayı gerçekten başardılar. Birlik ve beraberliğin gücü doğa kanunlarında hayvanları korur. Nasıl ki kömüş ırkı sığırlar sırt sırta vererek yırtıcılara asla yenilmezler. Yaşadığım bu kıssada anlatmak istediğim biz akıl sahibi insanlar olarak Allah'ın yeryüzünü bahşettiği, hizmetimize verdiği canlılar olarak toplumsal ve bireysel hayatımızı yönetirken bunun hakkını vermekle yükümlüyüz. İnsanın kendine sorumluluğu olduğu gibi topluma yakın çevresine karşı da sorumluluğu vardır. Örneğin oy kullanmak önemli bir vatandaşlık görevidir. Bir kişinin kim olduğunu anlamak istiyorsak onun sevdiklerine ve sevmediklerine bakarız. Bu anlamda bizim ülkemizi yönetecek kişileri biz belirliyoruz. İyiliğine dürüstlüğüne karar verdiğimiz kişileri kendimizden yola çıkarak belirliyoruz. Kişi başkasını kendinden bilirmiş sözü geçerlidir.
Birlikten güç doğar. Bölücü masasında kumar ve noter olanlar, şans oyununa gönül verenler, altılı ve daha fazlası olmak üzere ganyanlar, özü sözü birbirine zıt insanlar, eli kanlı teröristler, memleketin huzuruna helal getirmek üzere toplumdan kendilerini ötekileştirmişlerdir. Kısaca sürüden ayrılanı kurt kapar.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.