SİNEMANIN DEHASI: ABBAS KİAROSTAMİ
İran deyince akla ilk şiir gelir. İran Sineması denildiğinde ise Abbas Kiarostami. Yolların, şiirin şairi, haikunun sesi ve sinemanın dehasıdır. Kiarostami Sineması’nın başyapıtlarından olan Kirazın Tadı filmi varolmak ile yokolmak arasında kalmış bir adamın hikayesine odaklanır. Filmin ana kahramanı Bedi, yaşamın kıyısında yaşayan, hayata veda etmek isteyen bir adamdır. Tek isteği üzerine toprak atacak birini bulmaktır. Bedi, Tahran sokaklarında bir yolculuğa çıkar. Bu yolculuğuna dört kişi arkadaşlık eder. Bu dört kişiden ,üzerine toprak atmasını ister. Film de ana mekan olarak araba kullanılmış olsa da, yollar bu yolculuğun taşıyıcısıdır. Bedi’nin yolculuğuna önce bir İran’lı, daha sonra bir asker, sonrasında Afgan bir öğretmen ve son olarak Azerbaycan Türkü bir adam eşlik eder. Yolculuğuna dahil ettiği insanlar belki de Bedi’nin hayatına dokunacak insanlardır. Bedi neden üzerine toprak atılmasını ister? Belki yalnız yaşadığı hayatı, yalnız sonlandırmak istemez. Ya da hayata tutunmak için bir sebebe ihtiyacı vardır. Film de toprak, kıvrımlı yollar, uzun diyaloglar ve sabit kamera açısı kullanılmıştır. Kiarostami’nin sineması tıpkı hayat gibi sade ve dolambaçlıdır. Bedi bir sahnede inşaatta ki çalışanların toprak ile uğraştığı sekans da Bedi’nin gölgesini görürüz. Kiarostami Bedi ve bedenini toprak ile özdeşleştirmiştir. Toprak ekildiğin de bize yiyecek veren yaşamın ana parçası, hayattan veda ederken yanımıza aldığımız tek şeydir. Kiarostami Bedi’nin yalnızlığını filmde kullandığı mekandan,kasvetli havadan,kavisli yollardan, kıyafetlerinden ve arabasının renginden Bedi’nin iç dünyası hakkında bilgiler verir. Taşra, toprak ve Bedii. Bir yapbozun parçaları gibi. Bedi ile birlikte yönetmen bizi de içsel bir yolculuğa çıkarır. Bedi’nin yolculuğuna dahil olan son kişi Begheri bey, ona kendi hayat hikayesini anlatır. Yaşamına son vermek istediği bir gün ,dut ağaçları ile dolu bir ağaca varır ip asmak ister. İp asmak için gittiği ağaçtan lezzetli ve tatlı dutlar yediğini anlatır. Birdenbire güneşin doğduğunu, okula giden çocukların seslerini duyduğunu anlatır. Bedi’ye bakış açısını değiştirmesini söyler. Başka bir yoldan gitmesini söyler. Kiarostami basit olanın zarafetini filmlerin de gösterir. Hayat belki de basit yaşadığımız ölçüde, kendimizi akışa bıraktığımız da değişecektir. Bedi belki yaşamın ayrıntısını keşfedememiş mi bilinmez. Kiarostami’nin kısıtlı olanaklar ve az oyuncu ile çektiği bu film 1997 yılında Cannes film festivali, aynı yıl Locarno film festivali ve New York Film Festivali’nden ödül alır. Kiarostami, ülkesini terketmeyen sansüre karşı otosansür uygulayan birkaç yönetmenden biridir. Sansür kurallarına karşın odağını, çocuklara ve sıradan olaylara çevirir. Sadece yaşadığı ülkenin insanlarına değil,yaşadığımız dünyanın insanlarına, hepimize hitap eden filmler yapar. Basit olanın şaheserliğini, pencerenin tümünde görüp köşesinde ki detayı farkedemediğimiz güzellikleri, geleneksel ile modern olanın çatışmasını ,edebiyat, şiir ve sinemanın içiçe geçmiş bir sanat olduğunu anlatır. Filmlerinin sonunun açık uçlu bitmesi, karakterlerinin bir yol arayışı ve her yolun bir yolculuğa ulaştırması sinemasının vazgeçilmez özelliklerindendir. Ona sadece yönetmen demek yetmez. Muhteşem bir haiku yazarı,iyi gören bir fotoğrafçı ve tabii ki author bir yönetmen. Godard’ın dediği gibi sinema Griffith ile başlar ve Kiarostami ile sona erer.
Yazar
MELTEM DEMİRKIRAN
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.