KALBİN KARANLIĞI VE SİYAHİLERİN BEYAZ DÜŞMANLARI
Afrika, siyahilerin dokunmaya kıyamadığı keşfedilmemiş bir hazineydi. Beyaz insanın siyah bir kalbi ve siyah insanın da beyaz bir kalbi vardı. Aslen Polonyalı fakat İngiliz bir denizci olan Joseph Conrad yanlış bir isimlendirme ile beyaz ırkdaşlarının siyahları nasıl sömürdüğünü anlatan yazısına Karanlığın Yüreği adını vermiştir. Asıl isim Beyaz İnsanın Karanlık Yüreği olması gerekiyordu. Burada Conrad’ın da böyle bir edebi eser yazmasının ardındaki şeyin ne olduğuna kendimce değinmek isterim. Conrad, Polonya asıllı bir İngiliz fakat Ukrayna’da doğdu. Yetmezmiş gibi bir de anne babası Rusya’ya sürgün edildiği için Rusya’da yaşadı. Belki coğrafya kader değil ama bu adamın yaşadıkları onu böyle bir şey yazmaya itmiş resmen.
Post-kolonyal söylemle bunu nasıl yorumlayacağız sorusu kitabın başından beri kafamı kurcalayan bir şey. Bunun için önce eleğinden geçecek olan teorinin yazılması gerek diye düşünürken ödev izlencesinden post-kolonyal tanıma ve açıklamaya yer verilmemesi gerektiğini söylemiş hoca. Ama en azından girizgâh olması için Frantz Fanon’un şu sözünü yazabiliriz; sömürgeciler, eylemlerini haklı çıkarmak için sömürgeleştirdikleri topluma aslında medeniyet götürdüklerini iddia etmektedir. Burada medeniyetsiz, barbar, yamyam olarak nitelendirilen “öteki”, beyaz adamın medeni muhafazasına muhtaçtır.
Kimlik ve etnik dikkate alınmadan yeryüzündeki ganimetlerin bir takım kendini uyanık zanneden insanlar tarafından paylaşılması tam da bu dersin konusunu oluşturmaktadır. İlk başta bahsettiğimiz gibi yazar kendi tecrübelerini ve edebiyat bilgisini birleştirip Kongo’ya yaptığı bir ziyareti yeni dünya düzeninde konumlandırıp olayın acıklı ve vahşi yönlerini gözler önüne sermiştir. İyi bir gözlemci olan yazar Kongo’da bir nehirde ilerlerken aynı zamanda insanın karanlık yönüne de yolculuk etmektedir. Bu nedenle Conrad’ın bu eseri zaman üstü bir ehemmiyeti vardır.
Eserde Afrika kıtasının sanayi devrimi ile beraber emperyalist devletler tarafından talan edilmesini kahramanlarımız Marlow ve Kurtz üzerinden anlatmaya çalışmış ve bu çalışması da dünyada ses getirmiştir. Marlow gemi kaptanı olduğu bu yolculukta iyilik ve kötülüğü yakından irdelemiş. Avrupalı bir şirketin temsilcisi olan Kurtz’u bulmaya çalışmıştır. Batı medeniyeti diye adlandırdığımız Sömürgeci devletler Afrika gibi geri kalmış bölgelerin sadece yeraltı ve yerüstü zenginliklerini almıyor aynı zamanda bölgelerdeki insanlar üzerinde olumsuz derin izler de bırakıyor. Bunu anlatan film de mevcuttur. ‘Apocalypse, now’
Kitap ilk başlarda abartılı bir betimleye sahip Rus eserine benzemektedir. Yazar olaydan çok bir mekâna girişi, mekandakilerin konumu, şekli-şemali, etrafta ne olduğu, kişilerin hal ve hareketlerine boğulmuş gibi durmaktadır. Bu yüzden eserin ortalarına kadar çok sıkıcı bir kitap olarak görünmektedir. Denizciliği bu kadar derin bir şekilde işlemesinin altında yazarın da denizci olması gelmektedir. Mekân ile ilgili bu kadar detay vermesini de zamanı bize bildirmeye çalışmasına yoruyorum. Yazar sanki dönemin kültür, gelenek ve göreneklerini bildirmekle kalmayıp bu zulme neden olan kişileri de kitapta ihbar ediyor gibi geldi bana. Sizi o döneme götürür ve resmen sizi kitapta yaşatır.
Marlow yolculuğu esnasında bizi çok da etkilemez aslında. Fakat Kurtz’un olduğu bölgeye yaklaştıkça bölge halkını tanır ve sömürgeciliğin izlerini bize bütün çıplaklığıyla gösterir. Kurtz ise Batılılar tarafından geri kalmış bölgeler olarak tanımlanan yerde oradaki insanları nasıl etkilediğini, onlara bir peygamber gelmişçesine kendine halkı taptırdığı görürüz. Kurtz aynı zamanda Marlow’un hakikate yolculuğundaki hakikattir. Sorgulanmaz, kabul edilir, bazı yönleri acı da gelse insana o hakikat orada duruyor ve de hakikate ulaşmak o kadar da kolay değildir.
Kitabın başından sonuna kadar farklı okumalar ile çok daha farklı türden yorumlama yapıla bilinmektedir. Marlow batıdan medeniyet götürmeye çalışan biridir. Yolculuğu sonunda asıl hedefin bölgede fil dişi toplamak olduğunu anladığında hayal kırıklığına uğramıştır. Hele bir de kendisinden önce giden ve hacı diye adlandırılan kişilerin bölge halkını eğitmekten çok ne kadar fil dişi toplayabiliriz hedefinde olduğunu gördüğünde bir kez daha yıkılmıştır. Ben kendimce Marlow’u batı medeniyetinin sosyalist gençlerine benzetiyorum. Gençler kaşiflikle dünyaya barış ve huzur getireceklerine inanırken aslında büyükleri tamamıyla emperyalizmle geri kalmış bölgeleri sömürmeye çalışmışlardır. İşte buradaki Kurtz da emperyalizmin yaşlandığını ve artık bitmek üzere olduğunu az da olsa bize hissettirmektedir.
Kolonileşme ve sömürge insanın çok tüketim çok üretim çok kazanç çok satış politikaları ile had safhaya ulaşmıştır. Aydınlanma bununla iliştirildi. Çok üretiyorsan aydınlanmışsındır görüşü mahvetti insanları ve toplumları. Bu yüzden de Batı ve Doğuyu yıllarca birleştirmeye çalıştılar. Karanlığın yüreği kitabında da bir birleşme mevcut. Yani oryantalizm adı altında doğuyu sömürme. Başka da bir değil oryantalizm. Siz kültür alışverişi deyin ya da başka bir şey. Doğu ve batının birleşmesi doğunun zararınadır. Kitapta da bariz bir şekilde bu sonuç görülüyor.
Eserde daha çok bölgeye medeniyet getirmeye çalışan kişilerin gözünden ve onların iç dünyasından sahnelenme yapılmış. Bu tarafsız bir gözlem yapmanın zor olacağını bana düşündürmektedir. Mazlum profilini bile kendileri oluşturuyor. Dünya onların dünyası bu yüzden zulme uğrayan kişinin ne düşündüğünü ve ne yaşadığını kestirmek çok güçtür. Bunun yerine karşı tarafın duygularını direkt onların yorumlaması ile yazması daha gerçekçi bir izlenim katardı. Örneğin yerlilerde şu adam bunların gelmesini şaşırma ve korkuyla karşıladı. İlk başlarda kendileri için muhteşem görünen beyaz insanlar, bilgileri ve eşyaları sonradan gözlerine çirkin görünmeye başladı.’’ Şeklindeki bakış açısı kitaba orijinallik katardı.
Kolonyalizmle başlayan sömürge hareketi yeni bir söylem kazandırılarak adına medenileştirme diyerek daha büyük bir kırım ve sömürüye neden oldu. Karanlığın Yüreği bunu bize iliklilerimize kadar hissettirdi.