MUSTAFA KATIRCI

Tarih: 01.06.2023 22:26

Hayattan Kesitler 

Facebook Twitter Linked-in

Hayattan Kesitler             

 

Şöyle biraz bir yol alalım geçmişe. Geçmiş gitmiştir diyerek geçiştirmeden sürgün yaşamların geleceğe adımlarının sesini duyarak.

 

Bugün ki konumuz işçi ve işveren münasebetleri.

 

Kıssadan hisse bölümüne daha var tabi, yaşananlardan her daim bir ders alınabilmesi adına. İşverenlerin üstünde bulunduğu ağır yükün bir çalışan olarak ben ve benim gibi hayatın her manasında küçük yaşlardan beri çalışan, anlayışlı ve her daim olumlu çalışarak verdiğimizi düşünüyorum. Kolay iş değil tabi, onca insanın yükünü yüklenmek, iş potansiyeli bunun sosyal sorumlulukları her daim insan ikili ilişkilerinde hep güler yüz ve daha fazla çalışıp daha fazlasını kazanma arzusu… Hangi iş kolunda olursa olsun.  Biz çalışan kesim olarak şunu çok iyi anladım ki, hakkımız nedir? Neler yaparsak, hakkımız olarak kazanmamız gereken ücretin, artırımına ilişkin ya da daha olumlu şartlarda iş yükünü yüklenmemiz gerektiği konusunu asla ve asla bilmiyoruz. Ne acı değil mi?

 

Mesela şöyle bir şey söyleyeyim. Bir yılını dolduran bir işçi izin günü olarak 14 iş günü izin kullanma hakkına sahip bunu bilmeyenimiz yok dimi?  Peki ileriki yıllar itibari ile her yıl bir gün daha fazla arttığını biliyor muyuz? Ya da çalışma koşul ve şartları baz alındığında işverenin işine geldiği gibi hareket etme ve bunun modern kölelik olan kapitalizm denilen olguya bağlamasını neye bağlamamız gerekiyor. Öyle bir durum ki iki tarafta kendisini haklı görüyor. Ama olan yine işçi sınıfına olmuyor mu? Bir yıl içinde trilyonu kazanan büyük ya da küçük ölçekli firmaların, işverenlerin onlara bu milyon ya da trilyonları kazandıran insanları bu derece hakir görmesindeki sistemin adımıdır yahut kapitalizm. Gel gelelim bu bahis edilen durumlardan tam bağımsız işverenler de var ki hakkını yemeyelim ama ben daha henüz onlara denk gelmedim. Onlara selam olsun. İşçisini her daim hakkını savunan, alnının teri kurumadan veren, yeri geldiğinde siz bana bu paraları kazandırdınız diyerek işçisinin en alt kademesindeki insanı dahi ihya edebilen, işverenlere ne mutlu. Birde kendisi kazansın da nasıl olursa olsun diyenler var. İşçi mi yok sanki diyerek aylarca işçi bulamayan bulsa canını çıkartana kadar çalıştıran, çalıştığı halde parasını doğru düzgün vermeyen, verse bile illaki bir katakulliye getirerek kazandığına dahi göz diken, bayramda sanki bayram harçlığı vermiş gibi utanmadan sıkılmadan birde elemanlarını aşağılayan, beni bayramda neden aramadınız diyen işverenler vs. vs. vs… Ah… Bu insanlar. Tabi ki insanlar farklı farklı, böyle olanlar da Allah’ın bu dünyada onlara bahşettiği bu bolluk ile öbür dünyada verecekleri hesabın ne kadar ağır olacağını teraziye koysalar her halde, keşke fakir gezseydim de yine de halime şükür edip cennet ile müjdelenseydim derlerdi. Her daim dua eder ve söylerim. Allah insanların gönlüne merhamet ihsan eylesin. 

 

Bitti mi? Hayır öyle işveren ve işçi ilişkilerine yaşadığım şu 37 yıllık ömrümde rastladım ki hangi birini anlatsam köşe yazısı yetmez, Roman olur. O derece devam edelim o vakit. Bir de emekçileri ele alalım. Onlar ne yapıyorlar? Çalışıyorlar ama çalışmaktan aciz değiller her ortamda kendisinden farklılıklar ortaya koyarak, yaptığı işe değer katan emekçiler, birde tam tersi olanlar var. Ekonomi, kötü şartlar, ağır diyerek yaptığı işin yarısını yapan, sonra ana babadan mal mülk kalmış ama yine de çalışarak sigortasını dolduranlar, birçok geliri olduğu halde halen çalışmakta ısrar edip, iş konusunda gençlerin hakkını yiyen ve yine de hiçbir şekilde memnun olmayanlar. Günümüzde para denilen lanetlinin insanlardaki yarattığı ağır tahribatların ülkemizde de aile sosyal kültürünü de parçaladığını görmeye başladık.

 

Gelelim Kıssadan Hissemiz Bölümüne 

 

Zamanın birisinde bir esnaf varmış. Bu adam her daim çalışanlarını seven, onlarla oturup kalkan, yemek yiyen içen biriymiş. O da geçmişte onlardan hiçbir farkı olmadığını biliyormuş. Gel zaman git zaman işler bir anda tersine dönmüş. İşçisini bu kadar savunan bir adam için yapılması en zor karar verme süreci gelmiş. İçinde bulunduğu ekonomik buhrandan dolayı eleman çıkartması gerekiyormuş. Tek düşüncesi varmış onun, “hepsini çok seviyorum.” diyor ve nasıl bu buhrandan çıkacağını düşünüyormuş. Kara kara düşünürken, sinirli bir anında bir elemanına sert bir şekilde bağırır ve onun kalbini kırdığını düşünür.  O gece rüyasında rahmetli babasını görmüş.  Babası onu elinde bir sopa ile arkadan ittiriyor ve “Harabat ehlini hor görme, defineyi malik viraneler var.”

Kan ter içinde uyanmış.  Babası neden onu sopa ile ittiriyor ve o kelamı neden söylüyordu diye anlam yüklüyor ve bulamıyormuş. 

 

Anlatılan Bu Hikâyemizin Sonu Çok Enteresan

İşçi çıkartması gereken işverenin kapısı çalar.  İçeri bir gün öncesi kalbini kırdığını düşündüğü genç girer ve “Patron! Müjde ben üniversiteyi kazandım ve senin sayende.  Sen bana babalık ettin, ekmek verdin, aş verdin senin sayende hayatım bir anlam kazandı. Elini öpmeye geldim. Senden helallik alıp gitmek için izin isteyecektim,”der. Adam şok olur elemanı çıkarmayı düşünen adam acaba bir tek elemanın gitmesi ile mi kurtulacaktı? Yoksa bu bir ilahi bir durum muydu? “Evlat dün için özür dilerim,” diyerek söze başlar.  Ama ona tazminat veremeyeceğini bir türlü söyleyemez. Genç patronunu hal ve hareketleriyle anlar. “Üzülme patron, sizin bu işçiler için neler yaptığınızı biliyorum. Gizliden gizliye neler ile uğraştığınızı biliyorum,” der.  Adam yeniden şok olur.  Evet birçok şey yapmıştı, doğruydu ama bunu çocuk nereden biliyordu, nasıl öğrenmişti?

 

 Asıl Hikâye Burada Başlıyor… 

Patronun babası çok gaddar, sert mizaçlı ama gönlü bir kelebek kadar narin bir insanmış.  Birikimleri ile kurduğu, çocukları okutma adına yaptırdığı derneğe bütün işçilerini üye yapmış bu dernekte toplanan paralar ile birçok genci okutmuş birisiymiş. Gel gelelim ustabaşının oğlu da bu dernek sayesinde okumuş ve üniversiteyi hem çalışıp hem okuyarak kazanmayı başarmıştı.  Genç cebinden bir mektup çıkartır ve “Bu mektubu size babam yolladı,” Adam ucu yırtık bir mektup ve bir tomar para görür, zarfı açınca. Ustabaşı şöyle der, “Ey benim asi ve hoyrat bir o kadar sevecen dostum.  Patronum, ağabeyim her şeyimiz, içinde bulunduğun sıkıntıları geçte olsa haber aldık. Lakin sen ve rahmetli babacığınız bizlere yaptıklarınız karşısında bu para belki işini görmeye yetmez ama oğlumu bu zamana kadar okutup üniversiteye gönderen sizlere küçükte olsa bu paranın bir neşe sunmasını yüce Allah’tan niyaz ederim.” Adam gence sarılır ve gözyaşları içinde hakkını helal et evlat diye ağlamaya başlar çok mutlu olur. İşçi çıkartmasına gerek kalmaz ki ustabaşının yolladığı para bereketiyle ona ve işçilerine fazlasıyla yeter ve artar.

 

Allah insanlara, emeğini hakkı ile yapan işçiler, emeğin karşılığını da hakkı ile veren işverenler nasip eylesin. 

Saygılarımla


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —