Hayattan Kesitler
İnsan insan derler, insan nedir bildin mi hiç.
(YUNUS EMRE)
Bu günkü konumuz sabır. Sabır öyle bir olgu ki insan için en çıkılmaz dediğimiz anda işin içinden sıyrılmamızın son raddesi. Kaybetmekle kazanmak arasındaki o mükerrer çizgi. Asla umudunu yüreğinde yitirmeyenlerin dayanağı olan şey işte o sabır.
Şu sıralar bir dizi film de açık ve net anlatılan konuların başında geliyor mesela. İhtiyar bir adamın ve ahalinin her umutsuz anda asıl sığınılacak olan şeyin önce YÜCE ALLAH sonra koşulsuz sabır ve tefekkürünü yaşamın gerçek kesitleri ile gönüllere nakşettiği bir dizi film. İlgimi son zamanlarda o dizi filmde çeken şey ise, aşka dair yaşanan sabrın sonunda acaba selamete varılacak mı düşüncesi hakim oldu.
Peki aşk için insan sabretmeli mi? Ya da hayatı akışına bırakırsa bir kadın ile erkek duygusal aşka ulaşabilir mi izleyip göreceğiz.
Peki o dizi film sabır denilen olguyu bize bu derece içten nasıl aksettiriyor, yazılan senaryo mu Oyuncuların performansı mı? Tabi ki hayır, onu izleyen insanların o duygu ve hissiyatları kendi benliğinde yaşamak arzusu diyebiliriz aslında yaşanan hikayede kendisinden bir paye bulmak gibide diyebiliriz aslında. Buna rağmen biz insanların sabır denilen olgudan yaşananların bir sınav bir ders olduğundan kopuk ve isyana dayalı yaşantılarından nasıl sıyrılacağız peki orası işte asıl mesele.
Başımıza ne hal gelirse gelsin bu dünyanın geçici ve boş olduğunu unutmamalıdır insan. O vakit gönül sabreyle diyerek Allah’ın bize sunduğu bu hayata şükrederek bakmalıyız.
Sabır ile koruk şerbet olur unutmayın.
Gelelim hikâyemize…
Sabır eyle oğul sabredersen olur dermiş Anadolu’nun o naif elleri nasırlı anası her daim oğlu Mustafa ya.
Gencecik yaşta sevdalanmış ama parasızlık ve çaresizlik yüzünden kavuşamamış sevdasına, babasını savaşta kaybetmiş Mustafa, düşman Çanakkale ye dayandı denildiğinde babasından yadigar kalan tüfeği alıp cepheye koşar. Gitmeden önce annesi onun saçlarına kına yakar,
Ve derki;
“Sabreyle oğul her şey için sabreyle.”
Ama Mustafa asi bir çocuk, öyle hemen cepheye yollamazlar oda her daim komutana beni cepheye yollayın ne olur diye yalvarır hep. Komutan en sonunda dayanamaz ve patlar Mustafa ya;
“Evlat cephede peynir ekmek dağıtılmıyor savaş var mermiler yağıyor yağmur misali hele sabret gideceğiz hepimiz eninde sonunda.”
Mustafa boynunu büker;
“Olsun be komutanım mermilerde güllerde yağsa gitmeliyim.”
“Neden evlat neden ısrarcısın ve sabırsızsın bu kadar?”
Mustafa;
“Komutanım siz şehit olmak nasıl bir makam bilir misiniz? Onun tarifi yok bu cihanda. Hem bizim köyün imamı şöyle derdi, ‘Cennete gidenlere huri denilen hizmetkâr verilir.’ Belki bende şehit olur cennete giderim komutanım. Ben başlık parası bulup evlenemedim belki orda bana da huri verir Yüce Allah.”
Komutan Güler; “Ne saf ne temiz bir çocuksun be evlat. Peki tamam hadi seni cepheye yollayacağım.”
Ertesi gece yer ve gök tutuşur. Düşman topları Çanakkale’yi bombalar cephede kıran kırana gerçekleşir savaş. Yaklaşık iki ya da üç saat ara verilir ölülerin toplanılması adına. Bu süre zarfında Türkler şehitlerini, düşman ise ölmüş askerlerini toplamaya girerler cephe alanına.
Komutan şehitlerin arasında tespit yaparken birde ne görsün! Mustafa öyle boylu boyunca yatıyor, yüzünde bir nur ki görmeye değer. Hemen eğilip nabzına bakıyor, komutan;
“Mustafa şehit olmuş.”
O anlık öfke ile Mustafa’nın göğsüne iki elini yumruk yapıp vurarak; “Aldın mı evlat aldın mı lan huriyi aldın mı?” diye bağırdı.
Bir anda şehidin yüzünde bir tebessüm oluştu, sağ eli hafif havaya kalktı ve parmakları ile iki işareti yaptı ve eli tekrar düştü.
Komutan gördüğü manzara karşısında dondu resmen yüzü bembeyaz oldu ve şehit Mustafa’nın naaşına sarılarak ağladı… Ağladı… Ağladı.
“Aldım Mustafa’m cevabını.”
Sonra ellerini havaya kaldırdı ve dua etti Allah’ım bana da şehitlik nasip eyle, diye.
Annesinden aldığı oğul sabreyle öğüdü ile yola çıkan Mustafa.
İşte tamda bu raddede Allah’ın ona verdiği güzellikler ile göçtü gitti bu dünyadan.
Allah herkese her şeyin hayırlısını nasip eylesin.
Saygılarımla