Sonnur SEVER

Tarih: 10.09.2024 07:41

BUGÜN GÜNLERDEN KIRMIZI PAZARTESİ

Facebook Twitter Linked-in

BUGÜN GÜNLERDEN KIRMIZI PAZARTESİ 
Narin’ce güzel düşüncelerde olmayı isterdim, fakat bugün hepimiz için günlerden kırmızı pazartesi…
21 Ağustos gününden bu yana – ne olur, bu kez sadece kaybolmuş olsun- diye umut ettiğimiz Narin hakkında olumlu haberlerle geçirdiğimiz on dokuz günün ardından, acı haberin gelişi beni ve benim gibi herkesi üzdüğünü biliyorum; Narin’in kaybolduğu ve kimin öldürdüğünü bilip de susanlar hariç. 
Bugün tüm Türkiye için neden kırmızı pazartesi olduğunu, Gabriel Garcia Marquez’in 1981’de yayınladığı ve 1982’de Nobel edebiyat ödülünü aldığı KIRMIZI PAZARTESİ kitabından birkaç alıntı anlatmak istiyorum. 
“Onu bilinçli öldürdük, ama biz masumuz” 
“Her zaman ölüden yana olmak gerek. O gün biz kadınların bu dünyada ne kadar yalnız olduğumuzun farkına vardım.”
“Ancak cinayeti engelleyebilmek için bir şeyler yapabilecekken yapmayanların çoğu, namus sorunlarının ancak faciada rol almış kişilerin erişebildiği kutsal alanlar olduğu bahanesiyle kendilerini avutmuşlardı.
"Namus aşktır," dediğini duyardım annemin.”
“Bu kadar büyük bir üzüntünün ancak daha büyük utançları örtbas etmek için gösterilebileceğini düşündüm.”
“Çünkü hayatın en sonunda kötü bir romana bu kadar benzeyebileceğini kabul etmek gelmiyordu içimden.”
Kitapta konu edilen hikâye, yaşanmış gerçek bir olaydan kurgulanmış olsa da göz göre göre gelen bir namus cinayetini, herkesin bildiği halde susmayı ve bu cinayeti de önlemek için hiçbir gayretin gösterilmediğini anlattığını söyleyebiliriz. Olay 1951 yılında geçiyor olmasına rağmen bugün hala bazı coğrafyalarda geçerliliğini koruyor, Narin ve daha önce öldürülen kızlarımızın kaderiyle benzerlik taşıdığı, işlenen çocuk cinayetlerinde katil dışında başkalarının dahil olup susması, bu kitabı yeniden okumama ve size aktarmama nedendir. 
“Bu kadar büyük bir üzüntünün ancak daha büyük utançları örtbas etmek için gösterilebileceğini düşündüm.”
Kitapta geçen bu cümle size neyi hatırlattı peki? Kızın öldürüldüğünü tahmin eden ya da bilenlerin çaresizce ağlamasını mı? Ya da kadının etraftaki herkesin yaşadığı ilişkiyi bilinmesi halinde yaşayacağı büyük utanç mı?
Bu cümle size sadece Narin cinayeti üzerden bir şeyler hatırlatmamalı. Benzeri durumlarda da kişi yaşadığı büyük üzüntüyü ya da suçu başka şeylerle örtbas etmek ister. Bu nedenle kitabın tamamını okumanızı tavsiye ediyorum. İşte o zaman burada yazdıklarımla ne söylemek istediğimi kolaylıkla anlayabileceğinizi umuyorum. Kitabı okuduktan sonra , “Keşke kitaplarda olanlar sadece bir hayal ürünü olarak kalsaydı” diyeceksiniz. 
Yazan ve okuyan biri olarak şunu tekrar etmemde fayda var: Hikâyelerdeki olaylar hayatın içinden alınmış, yaşanmışlıkların kurgulanmış ve okuyucuya aktarılmış halidir. Yıllardır hem haberlerde, hem de gündüz kuşağına taşınmış ahlak dışı olayları izliyoruz öyle değil mi? Sonra da kalkıp televizyon dizilerinin ya da filmlerin ahlakı bozduğundan bahsediyoruz. Evet, TV dizi ve filmlerinde türlü türlü entrikalar, şiddet, savaş, barış, aile hikâyeleri her şeyi izler olduk. Peki, olmayan yaşanmayan şeylerin filmleştiğini söyleyebilir miyiz? TV ahlak bozuyor mu, bozmuyor mu etraflıca tartılan bir konudur, fakat bir insanın ahlakının bozukluğunu tamamıyla medyaya, TV dizilerine yükleyemeyiz. Fakat bununla birlikte daha önce de eleştirdiğim gibi, sosyal medyada her şeye duyar kasan toplum, kendini geliştirmek yerine, kolayına ve ahlakına uygun olanı seçip yaşamaya devam ediyor. Üzülerek söylüyorum: Gerek sosyal medyada, gerek TV de ne kadar entrikalı içerikler varsa en çok onlar izleniyor. Oturup bunları da etraflıca düşünmemiz ve kendimizi nasıl eğitebileceğimiz üzerine konuşmalıydık; fakat konuşulan ve izlenen içeriklerden faydalı işler yapanları göremez ve bilemez olduk. 
Özetle konuyu toparlamam gerekirse:
Maalesef ki işlenen bunca cinayetler bazı coğrafyalarda hala işlenmekte ve cinayete göz yumanlar da aynı yerde aynı kafadan yaşamaya devam ediyorlar. 
Hukuk devletinin kanunlarına; ceza hukukuna aykırı davranıp, kendi bildiklerini okumaya devam eden bu cahil cühela kesim, bir tek kitap okumayı bilmiyorlar. Eğer biraz kitap okumaktan ne anlatılmak istendiğini anlayabilseler di, inanın dünya çok daha güzel bir olabilirdi... 
Kuran’ı Kerim’in ilk ayetin'deki ilk emrin “Yaratanın adıyla oku” olmasına rağmen, Müslümanın okumayı reddettiği ve okuduğu Kuran’ı Kerim’i doğru anlamadığını söylemem sanırım yanlış olmayacaktır. Peki, yaşanan bunca acıdan sonra bir şeyler değişir mi? İnsan olumlu anlamda değişmediği sürece, çocukları ve kadınları devletin kanunları korusada insanlardan hep korumak zorunda kalacağız. Bin yıl cezası olsa da bazı suçların, kendi bildiğini okuyanların kitabında yazanlar değişmeyecektir. Ve diyorum ki: Erkek kendi nefsine sahip olamadığı için, kadınlar ve çocuklar mağdur olmamalıydı, kadınlar ve çocuklar ölmemeliydi.
Söylenecek ve yazılacak çok şey var ama neresinden yazarsak yazalım bizim yazdıklarımız yeterli olmayacak, üzgünüm. Dünya kirli değil, kirlilik insanın kalbindedir. Narin de diğerleri gibi melek oldu gitti bu dünyadan. Dilerim Allah’ın yanına vardıklarında kendi gibi cinayete kurban giden diğer çocuklarımızla birlik olur ve kalbi kirli insanları Allah'a şikâyet ederler. İşte o zaman dünya diye bir yer kalmaz. 
Bir daha kırmızı pazartesiler yaşanmaması dileğimle. 
Sonnur Sever


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —